YILMAZ GÜNEYi saygıyla anıyoruz

HABERLER

YILMAZ GÜNEYi saygıyla anıyoruz

1939 yılında Adananın Yenice Köyünde doğan sinemanın büyük ustası, çirkin kralı Yılmaz Güney, 9 Eylül 1984de Pariste sürgünde öldü. O bugün de milyonların kalbinde çirkin kral olmaya devame diyor. İşte onun sinema tarihi...

Yılmaz Güney 1939da Adananın Yenice köyünde doğdu. Ankarada Hukuk Fakültesinde daha sonrada bir süre İstanbulda İktisat Fakültesinde okudu. Sinemaya geçişi pursantaj memurluğu sayesinde olur.

Adanada And Film ve Kemal Film işletmelerinde çalışarak Doruk ve Güney dergilerini yayımlar. 1956da İstanbula geçtiğinde Dar Filmde Atıf Yılmaz ile tanışır.

Güneyin sinemadaki ilk çalışmaları iç içe bir şekilde üç ayrı kolda gerçekleşmiştir: oyuncu, senaryo yazarı ve yönetmen yardımcılığı.

Atıf Yılmazın Bu vatanın çocukları (1958) adlı filmde başrol oynadı ve senaryoya katkıda bulundu. Karacaoğlanınkara Sevdası(1959) adlı filmde de Yaşar Kemal, Atıf Yılmaz ve Halit Refiğ ile senaryoya katılarak Refiğ ile Atıf Yılmazın yönetmen yardımcılığını yaptı. Bu şekilde Güney bir müddet daha Atıf Yılmazın yanında çalışmaya devam etti.

Güney 1961de 1956da yazdığı bir öykü yüzünden hapse girdi ve bir buçuk yıl içerde kaldı. Güney hapisten çıktıktan sonra A. Yılmazın yanına döner ve Yılmazın Tatlı bela(1962)sında küçük bir rol alır. Bir yıl sonra bir film dizisinin ilki sayılabilecek Ferit Ceylanın İkisi de cesurdu(1963)da senaryoyu Ceylanla birlikte yazar ve başrolü oynar. Güneye Çirkin Kral adını verecek film macerası böylece başlar. Dar bütçeli küçük yapımevleri tarafından gerçekleştirilen, acemi yönetmenlerce yönetilen bu filmlerde Yılmaz oyunculukla yetinmemiş bazılarının öyküsünü bazılarının senaryosunu yazmış yada senaryoya katkıda bulunmuştur.

1964de Güney 10 kadar filmde oynadı. Bu dönemde rol aldığı bazı filmler şöyledir:

Kara şahin (Nuri Akıncı): Güney filmde bir çeşit Zorrodur.

Zımba gibi delikanlı(Remzi Jöntürk): Macera arayan bir genci canlandırır.

Halimeden mektup var(Süha Doğan): Duygusal bir güldürü kalıpları hakimdir.

On korkusuz adam(Tunç Başaran): Konyakçı tiplemesi çizer.

O yıllarda Güney oyuncu ve oyunculuğun tanımı için şöyle düşünüyordu: Oyuncu insanın evrensel niteliklerini durmadan yenileyen, onu türlü biçimlerde hayatına ortak eden yüce kişidir. Oyuncuya gösterilen saygı, insanın kendi benliğine duyduğu saygıdır aslında. Ama bu yaratıcı kaynakları iç tepkileri coşturan, yeni yeni imkanları esinleyen bir etkendir çoğu zaman. Halkın beğenmesi, oyuncuyu daha iyiye zorunlu kılar, kimide eskitir, şımartır. Gerçek oyuncu verdiğini değil vereceğini düşünen, bunun içinde yaptığı her şeyi deneme sayan kendini aşan kutsal kişidir. (Oyunculuk üzerine bir deneme, Sinema 65 Sayı 1, Ocak 1965)

Güney etkinliğini artırır ve 1965te Türk sinemasının popüler bir yıldızı olarak 21 filmde rol alır. Bu 21 filmde oluşmakta olan oyuncu karakterinin, kişisel tutkularının ipuçlarını vermiş, büyük yapımevleri dışında gelişen bir sinema anlayışının örneklerini vermiştir. Dördünün senaryolarını yazdığı bu filmlerden bazıları şunlardır:

Kasımpaşalı

Kasımpaşalı Recep

Konyakçı

Krallar Kralı

Beyaz Atlı Adam

Ben Öldükçe Yaşarım

Dağların Oğlu

Davudo

Gönül Kuşu

Haracıma Dokunma

Sayılı Kabadayılar

Kan Gövdeyi ürdü

Kahreden Kurşun

Kanlı Buğday

Silaha Yeminliydim

Sokakta Kan vardı

Tehlikeli Adam

Torpido Yılmaz

Üçünüzü de Mıhlarım

Yaralı Kartal

Bu filmlerin hepsinde senaryoyu ister kendisi yazsın ister başkası yazsın belirli şemalar tekrarlanmıştır. Bu şemaların tekrarıyla bir yönteme bir kalıba ulaşılmıştır. Çizgi genel olarak bir kaç temel konuya bağlıdır: Ezilenin başkaldırması, şiddetten doğan arınma, silaha sarılma zorunluluğu, çoğunluğa karşı tek kişinin verdiği mücadele, vb.

Güneyin 1966da bir yılda çevirdiği film sayısı 14e düşmüştür, ama çirkin krallığını bir filmle de ilan eden (Çirkin Kral / Yılmaz Atadeniz) Güney çizgisini değiştirmeden hem senaryo yazarlığına ağırlık vermiş hem de öyküsünü yazdığı, Lütfü Akadın Hudutların Kanunu ile furya sinemasından ayrılmaya başlamıştır.

Güneyin ortaya çıkmasında yardımcı olduğu ve bir şekilde katıldığı bu furya piyasanın zorlamaları bir yana, bilinçlidir. Güney halkın tutkularını, özentilerini, bilinçaltını dile getiren biridir. Bir intikam simgesi olmuştur.

Güney Çirkin Kral dönemi filmleri için şöyle demektedir: ... o günün eğilimleri ne ise aşağı yukarı onların sınırları içinde kalıp çalışmayı seçiyordum. Mesela sinemaya getirdiğimiz şeylerden bazıları şunlardır: Kavga, dövüş, avantür, kabadayılık vb. Fakat bunlar bile birtakım insanların elinde farklı bir biçimde yozlaştırılarak kullanıldı. Bizim ise bunları getirip koyuşumuz, içinde gerçeklere çok yakın unsurlar taşıyordu. Hayattan gelen birtakım şeyler vardı, özellikle oyun biçimi, kıyafet, tavır, davranış. Bütün bunlar halkla bağlar kuruyordu. Mesela ben, oyuncu olarak, halkın giyiminden davranışlarından farklı olmamaya çalışıyordum (Yılmaz Güney ile Konuşma, Yedinci Sanat, Sayı 19, Ekim-Kasım 1974)

Elbette Türk sinemasına kavgayı, dövüşü Güney getirmemiştir ancak, var olan bir geleneği değerlendirerek, giderek seyirciye yakınlaştırarak, daha inandırıcı daha halktan olmaya çalışmıştır.

1967/1968 yıllarında yapımcı-yönetmen-senaryo yazarı olarak imzasını atacağı Seyyit Han/Toprağın Gelinine (1968) kadar Güney Çirkin Kral filmleriyle yönetmen filmlerini birlikte ürür.

At Hırsızı Banu (Remzi Jöntürk1967 ), Bana Kurşun İşlemez (Alaettin Pervenoğlu1967), Çirkin Kral Affetmez (Yılmaz Atadeniz 1967), Azrail Benim (Yücel Uçanoğlu 1967), Kargacı Halil (Yavuz Yalınkılıç 1968) ve Pire Nurinin (Şeref Gedik 1968) konu yada senaryolarını yazdıktan sonra ilk yönetmenlik deneyini Benim Adım Kerim(1967) ve Şerif Gedik ile çektiği Pire Nuride yapar.

Yapımcı-yönetmen-senaryo yazarı-oyuncu Yılmaz Güneyin ilk çıkışı Seyyit Han/Toprağın Gelini (1968) ile olmuştur. Bir geçiş filmi özelliği taşıyan Seyyit Han, 1969 Adana Altın Koza Film Şenliğinde en iyi 3. Film, en iyi görüntü (Gani Turanlı), en iyi müzik (Nedim Otyam) ve en iyi erkek oyuncu ödüllerini almıştır.

Tipik bir Çirkin Kral filmi gibi başlayan Seyyit Han sonradan şiirsel, folklorik bir aşk öyküsüne, giderek bir masala dönüşür, kanlı, dehşet verici bir şekilde de sonuçlanır. Bir biçim denemesi olan film Güneyin Umut dahil olmak üzere başka çalışmalarında da beliren fantastik yada folklorik gerçeküstücülük öğelerini içerir.

Seyyit Hanın ilginç ve değişik yönlerine karşın Yılmaz Güney, sonraki filmlerinde, gerek senaryo yazarı gerekse oyuncu kimliğinde eski çizgisini sürdürmüştür.

Güney 1969da birkaç filmde hem oyuncu hem de senaryo yazarı olarak görev alır ayrıca Güney Film hesabına Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adam adlı, senaryolarını da yazdığı iki film yönetir. Bir Çirkin Adam önce müstehcen olduğu gerekçesiyle sansür tarafından reddedilse de daha sonra gösterime girmiştir.

1970 yılına gelindiğinde Güney ilk gerçek sinema sınavını Umut ile vermektedir. Umut birçok yönleriyle bir öz yaşam öyküsü niteliği taşımakla birlikte, gerek taşıdığı mesaj, gerekse anlatımı açısından kuru gerçekçi kalıbını aşmaktadır. Güneyin bu ilk olay filmi için gerçekçi, yeni-gerçekçi, yeni-gerçekçiliğin uzantısı, şiirsel-gerçekçi tanımları kullanıldı. Fakat bu formlardan hiçbiri Umutu açıklamaya yetmez: çünkü bu film Güneyin ilk gerçek arayış filmidir. Umut ile başlayan bu arayış Güneyi daha doğal, daha nesnel ve gözlemci olmaya ittiği gibi Türk sinemasında daha önce ender kullanılan belgeci ayrıntılara, plastik malzemeye ve çevre/insan ilişkilerinin düzenlenmesine de yol açmıştır.

1970 yılının Eylül ayında Film Kontrol Komisyonuna sunulan, yasaklanarak ancak bir ay sonra Danıştay kararı ile gösterime sunulan Umut, Adana Altın Koza Film Yarışmasında en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi erkek oyuncu ve en iyi görüntü(Kaya Ererez) ödüllerini kazandı. Bir yıl sonra Cannesda gösterildi ve Grenoble Film Şenliğinde seçiciler kurulunun özel ödülünü aldı.

Umut olayı bir yana Güney 1970 yılında Çirkin Kral çizgisini takip etmeye devam etmiştir bu yılda bu türde bir çok filmde oynamış ve senaryo yazmıştır.

1971 yılı Güney için çok önemli bir yıldır. Bu yıl Güney, yönetmen-senaryo yazarı-oyuncu olarak Kaçaklar adlı filmi, yapımcı-yönetmen(Şerif Gönen ile), senaryo yazarı ve oyuncu olarak Vurguncular adlı filmi, yine yönetmen-senaryo yazarı-oyuncu olarak Yarın Son Gündür, Umutsuzlar, Acı ve Babayı imzalar. Ağıt adlı filmi ise kendi hesabına çeker.

Yılmaz Güneyin sinemasını şekillendiren filmler zaman zaman didaktizme (Yarın Son Gündürde bir çeşit öğretmen gibi, Nizam-ı Cedid nedir?, Duyunu umumiye nedir?, Sekban-I Cedid nedir? Şeklinde), zaman zaman karikatüre kaçan, simgelere önem veren, denetim yasaklarını bu şekilde geçmeye çalışan filmlerden çok Umutsuzlar, Acı, Ağıt ve Babadır.

Umutsuzlara her ne kadar Fransız tarzında bir film denilmişse de, film Güneyin duygusallığını ve iç yaşamını açıklayan anahtar bir yapıt sayılabilir. Ünlü gangster ile kolej öğrencisi dansçı kızın aşk öyküsü, aşk, kadın-erkek ilişkisi (fakat bir hayli inceltilmiş şekli ile), silah tutkusu, Çirkin Kral döneminin idealizasyonu, çete esprisi gibi motiflerden oluşur.

Acının temelinde bir miktar İtalyan westerni kokar. Ancak Güneyin bu temeli öykünün geçtiği yerin içine iyice yerleştirmesiyle film, bir bütün olarak, yerel özelliklerinden hiçbir şey kaybetmeksizin, bir hesaplaşmanın, şiddetten doğan, acıdan doğan arınmanın çarpıcı bir örneğini teşkil eder.

Acı, 1971 Adana Altın Koza Film Şenliğinde en iyi 2. Film, en iyi erkek oyuncu, en iyi kadın oyuncu( Fatma Girik ), en iyi senaryo, en iyi müzik( Metin Bükey ), ve en iyi stüdyo ödüllerini aldı.

Güneyin Umut sonrası sinemasında Acı, 15 yıl hapiste yattıktan sonra bilinçlenen Ali, Ali ile Zehra arasındaki aşk, acımasız Hamza Ağa ve atraksiyonlu son bölümüyle Atilla Dorsayın deyimiyle bir çeşit Türk usulü western havasına bürünür.

Ağıtta ise Yılmaz Güneyin görsel niteliklere, çevreyi oluşturan ayrıntılara, nesnelere yaklaşımıyla folklorik malzemeyi kullanışı en açık şekilde görülür. Güneyin zaman zaman emprovize sinemaya kaçması nedeniyle film bütünlükten yoksun sayılabilir ama yinelenen umutsuz aşk öyküsünün yanı sıra, kaçakçıların dünyası ve şiddetin kaçınılmazlığı bir kez daha öne çıkıyordu Ağıtla.

1971de Ağıt 3. Adana Film Şenliğinde en başarılı film, yönetmen, senaryo ve görüntü( Gani Turanlı ) ödüllerini kazandı.

Senaryosu Bekir Yıldızın romanından alınan Baba melodramatik kuruluşuyla senaryosunu Güneyin yazdığı Kasımpaşalı Recepi(1965) andırır. Filmde Güneyde sık sık rastlanan aşırı duygusallığın ötesinde Baba, olgunlaşmakta olan bir sinema adamının ayrıntıya, yaşamın ve çevrenin önemsiz gibi görünen alışılmış şeylere verdiği önemi ve bu yoldan tutturmak ve yansıtmak istediği gerçek duygusunu, ek bir malzeme olarak belirtmektedir.

1972de Güney, Ertem Göreçin yönettiği Sahtekarda oynadı ve Zavallılar adlı filmi çekmeye başladı. Yılmaz Güney 27 Mart günü sıkıyönetim tarafından tutuklandı.

20 Mayıs 1974te özgürlüğe kavuşan Yılmaz büyük yankılar yaratan Arkadaş filmini gerçekleştirir. Bu defa, kurduğu ve beslediği mitosun ötesinde, bir kent filmiyle kent soylu alışkanlıkların içinde şematik bir şekilde de olsa hesaplaşmayı deniyor, en azından siyasi amaçlarını daha somut bir tarzda ortaya koyuyordu. 1975te 12. Antalya Film Şenliğinde en iyi 2. Film ve en iyi müzik( Şanar Yurdatapan, Atilla Özdemiroğlu ) ödüllerini kazanan Arkadaş, toplumcu Azem ile tipik, hatta kalıplaşmış kentsoylu Cemil arasındaki çatışmalı arkadaşlık, Azem ile genç Melikenin duygusal bağlantısı, Azem ve Halil arasındaki usta-çırak ilişkisi ve bunların aracılığıyla Güneyin anlatmak, vurgulamak istedikleriyle sanki yeni bir dönemim ilk filmidir.

Selim İlerinin değerlendirmesiyle:Arkadaşta Yılmaz Güneyin iki ayrı sanat anlayışını yan yana görebiliriz. A) kaba gerçekçilik (Semra Özdamarın konuşmaları, Yılmaz Güneyin Cemile söylediği bazı sözler, Melikenin aşırı arınmışlığı), B)gerçekçilik duygusuna dürüst yaklaşım (Melikenin Azeme bağlılığı, Azemin bir türlü Cemilden vazgeçememesi vb.).Ancak Yılmaz Güney, ürününde gerçekçilik duygusunu öne alıyor. Yapıtın çatısı bu anlayışın üstüne kurulmuş. Rahatlıkla söyleyebiliriz Arkadaş bu tutumuyla sinemamızın en dürüst çalışmalarından biridir. (Selim İleri, Arkadaş filminde gerçekçilik duygusu Cumhuriyet sinema eki, 1974)

Yılmaz Güney ise yapıtı hakkında şöyle konuşmaktadır: Bazı arkadaşlıklar vardır, anılara dayanır. Beraber olmaktan gelen arkadaşlıklardır. Bazı arkadaşlıklar vardır fikri temellere dayanır. Bu iki arkadaşın arkadaşlığı, başlangıçta belki birbirlerine yakın fikir ilişkilerini içinde taşıyor ise de, bunların ayrı kalmalarından, ayrı şartlar içinde oluşmasından dolayı, dünya görüşlerinde belli bir farklılık oluyor. Buna rağmen, bunlar bir araya geldiklerinde, kendilerini iki eski arkadaş olarak görüyor, fakat bir düre sonra anlıyorlar ki bunlar eski arkadaş değiller. Burada bir değişim söz konusudur. Bu arkadaşlık çöker, kaybolurken, yeni bir arkadaşlık doğuyorÉ (Yılmaz Güney ARKADAŞI anlatıyor, Yedinci Sanat, sayı 18, Eylül 1974)

13 Eylül 1974te Güney bir cinayet suçuyla tekrar tutuklanır.1981de cezaevinden firar ederek önce İsviçreye sonra da Fransaya sığınır.1983te Türk vatandaşlığından çıkartılan Güneyin senaryosunu yazdığı, Şerif Gönenin yönettiği Yol filmi 1982 Cannes Film Şenliğinde Costa Gavrasın Kayıp/Missing filmi ile Altın Palmiye ödülünü paylaştı bir yıl sonra da Fransız eleştirmenlerin ödülünü kazandı.

Yılmaz Güney film ile ilgili şunları söylemektedir : Rüzgarlar, kuşlar ve çiçekler gibi üzüntünün çeşitli gölgeleri, çeşitli yüzleri vardır. Bu filmde bazı arkadaşlar vasıtasıyla üzüntüyü aşkı ve pişmanlığı, bazı zamanlar belli kişiler bunları anlaşılmaz, olağanüstü bulsalar dahi izaha çalıştım. Durum şudur ki insanlar yaşamaya devam ettikçe üzüntü, aşk ve pişmanlıkta çeşitli formlarıyla yaşamaya devam edecektir. Çünkü insan farkında olsa yada olmasa da aşk ve üzüntüyü beraber taşıyan yegane varlıktır. (Milliyet 26. 9. 1983 )Güney bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi insanın evrensel duygularını kaynak alıyordu.

Yılmaz Güney son olarak Duvar (1984) filmini Fransada çektikten sonra 9 Eylül 1984te Pariste öldü